Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kişisel gelişim kitapları üzerine..

Tıpkı şimdilerde yeni yeni akım haline gelen dizüstü edebiyatının ürünleri gibi; cicili bicili kapakları olan, arkadaki tanıtım yazısında esprili ve yavan bir dil kullanan, fiyatı hemen sağ altta kocaman, kalın rakamlarla gözümüze iliştirilen kitaplara güvenmem.  Söz gelimi; yapım aşamasında, yazarının zihninde “Anlatmak istediğimi nasıl gereksiz kelimelerle süsleyip, fazladan sayfa doldurabilirim?” sorusunun yattığı bariz olan bu tür kitapların okuyucuya iletmek istediği mesajı kendi üslubumla tarif edecek olursam, şöyle ki; Sevgiliniz mi terk etti?  - Yenisini bulursunuz! Kirayı mı ödeyemiyorsunuz? - Amaan satmışım anasını! Patronunuzla mı tartışıyorsunuz?  - İşinizi değiştirin!  gibi. Bu kafada yaşayan insanları gerçekten merak ediyorum. “Hayatı en kestirme yoldan nasıl atlatırım?” uyanıklığının sırrını çözdüğünü iddia eden güruh; bana bu kafaya nasıl eriştiklerini bilahare anlatırlarsa memnun olurum. Bu Amerika merkezli, aptal kitaplar; benim ü...

Kısa bir öykü uydurdum(kesinlikle çok net bir başlık oldu)

O sabah da di ğer sabahlardan farklı olmayacaktı ya da ben yine her sabah olduğu gibi umutsuzca bakıyordum. Daha yatağımdan kalkmaya bile halim yoktu. Hem kalkıp ne yapacağım ki? Muhtemelen şuan uyanık olan babama kahvaltı hazırlayıp onu işe uğurlarken bugün hangi testleri çözmem gerektiğini planlayacaktım. Testler bitince de biraz uzanıp babamın dönüş saatine yakın yemek hazırlayacakım. Uyuşukluğumu bir kenara bırakıp yatağımdan kalktım. Babama görünmeden banyoya ulaşmaya çalıştım çünkü sabahları biraz nalet olabiliyorum ve bu sabah da onun "sabah esprilerine" katlanacak halim yoktu. Neyse ki babamı etrafta görmeyince parmak uçlarımla banyoya girebilmiştim. Yüzüm berbat görünüyordu. Gözlerimin altı torba torba şişmiş, suratım resmen tebeşir beyazı olmuş ve dudaklarım kurumuştu. Yüzümü yıkamayı hiç sevmem, kurallarıma bağlı kalarak yine yıkamadım. Annem taa ki bizi terkedene kadar her sabah yüzümü yıkamam konusunda bana uzunca nasihatler verirdi. Yüz yıkamanın neden bu kadar...

Kafanda canlandır

9 yaşındayken buralardan kilometrelerce uzakta, annemle birlikte Antalya'da yaşardık. Antalya'ya dair güzellikleri başka bir zaman uzun uzun ele alabiliriz fakat şimdi bundan söz etmeyeceğim. Hafta içleri düzenli olarak annem beni okuldan alır, iş yerine götürür, dönüşte beraber eve gelirdik. Her gün gözüm, eve dönerken önünden geçtiğimiz çiçekçi dükkanına takılırdı. Adının daha sonradan Krizantem olduğunu öğrendiğim çiçeklerden almak isterdim anneme. Doğal olarak hiç param olmazdı. 9 yaşında çocuğun olsa olsa yüz bini oluyordu, buna ise en fazla sakız verirlerdi. Ben, ne pahasına olursa olsun kafasına koyduğunu yapan biriyimdir. Çocukken de böyleydim. O çiçekleri alacaktım. Bir gün bir yolunu bulup Krizantemlerin fiyatını sordum. Anneme verebileceğim kadarı üç lira tutuyordu. Karar vermiştim, o parayı biriktirecektim. Hatırlıyorum, az buz iki milyon olmuştu param. Benim inanılmaz salak, inanılmaz yancı ve inanılmaz bedavacı bir arkadaşım vardı. Annemin bana özenle hazırladığı...

Yaşadıklarımı rüya sanıyor olmamı bir nedene bağlayamıyorum

Annem saksıdaki güzel çiçekti. Babam ise sırf üşengeçlikten saksı dibine dökülen ılık çay misali. / 29 Kasım 2011, Saat bilmem kaç’mış. Bizim salonumuzda hiç süslü süslü vitrinler olmadı. Abartılı çerçevelerde; samimiyetten uzak, vesikalıktan hallice fotoğraflarımız da. Bizim upuzun kahvaltı sofralarımız olmadı, bayram baklavalarımız da. Kalabalık sevinçlerimiz de olmadı. Şükür, dolu dolu hüzünlerimiz de. Hatırlıyordum, dayım beni kucağına alıyordu, vapurun ucundaydık. Havanın renginden sabaha az kaldığını anlayabiliyordum... Güneş yeni yeni ve tupturuncu doğuyordu. Yüzüme, elbiseme, ellerime değiyordu. Neden ayakkabılarımı giydirmemişlerdi hatırlamıyorum ama elbisemin desenleri hala aklımda. Biz neden o saatte vapurdaydık bilmiyorum.