Kayıtlar

Söz gümüş müydü?

Daha ne kadar kaybedip daha ne kadar kazanmaya oynarız bilmiyorum. İnsanız. Dünya denen aleme dalıyoruz, batıyoruz, çıkıyoruz. Güne kavuşmaya yaşıyoruz. Bir sonraki güne... "Bugün bitsin, öyle. Bu iş bitsin, öyle. Okul bitsin, öyle. Şuraları gezeyim, öyle. Şuralara gideyim, öyle. Yok efendim şurada çalışayım, öyle. Ama bi' de şununla kavuşalım, öyle. Bir de soyumu devam ettireyim, öyle. Çocuklar büyüsün, öyle. Emekliliğe az kaldı, bekle." Hep; "öyle" kelimesini geleceğe atfediyoruz.  Durun, biraz yaşayalım; lütfen.  Batıp çıkmayı da biliyorum. Eşek gibi biliyorum hem de. Yaşamak derin bir nefes düşün; o aldığın nefes tükeninceye dek yaşamak. Çok sevdiğin yemeği düşün, çatlarcasına yedin ya; öyle. Kavuşmayı da; eşekler gibi biliyorum. Bildiğimi kendime çaktırmıyorum, Allah muhafaza bozulur, o ayrı.  Ömrüm bir bayrak, vallahi bak. Tuttum, sıkıca tuttum, koşuyorum. Zirvede bir sancak olup beni karşılar mısın? Belki rüzgarında beraber sallanırız? Bak...

İlk çeyrek bitti, sıradakine geçelim mi?

Bitirdiğimiz yaşı mı yoksa gelecek yaşı mı kutluyoruz? Hoş, hangisi ise zaten bu bir kısır döngü olmuyor mu? Burayı yedi yıldır kullanıyormuşum, kimseye derdini de sevincini de anlatmayan ben; burayı kara kutu yapmışım, bak sen! Taslaklardan en az yirmi yazı silmişim, başlıksız. Başlık bulamamışım, eh yaşadığına, hissettiğine bir isim veremiyorsan, çok da yaşamamışsın. Çok da yaşamamışsın, mesela neyi, yirmi beş yılı mı? Teşekkür ederim; hayatını sıkıca tuttuğun, kendi kendini kaldırdığın, döndürüp savurduğun için. Okuduğun, öğrendiğin, gezdiğin, dans ettiğin, yakarırcasına ağladığın, bayılırcasına güldüğün, sevinip de aynada şöyle bir poz kestiğin, anneciğini elinden geldiğince baş üstünde tuttuğun, kendinle gurur duyduğun, başardıkların, eline yüzüne bulaştırdıkların, şükrettiğin, inkar etmediğin, canını yakanların dilinden konuşmayıp sabır torbasına doldurduğun, gülüp geçtiğin, oturup sinirden çığlık attığın, kendini suçlasan da "öyle yapmak istemedin" deyip ba...

Saat Farkı ve Biraz Soru İşareti

Birbirlerine ulaşamayan -mental olarak- insanların saat farkına uğradıklarına inanıyorum. Şöyle; ya birbirlerinin "çocukluklarına" denk geliyorlar, ya da artık kimseyi duyamayacak kadar "yaşlanmış" oluyorlar. Birisiyle eğlenebiliyor, gülebiliyor, her an boşlamaya meyilli olan sorumluluklarına sebep bulmuş olabiliyorlar veyahut hepten tükenmiş oluyorlar. Tükenmiş olmak. Sanıyorum tükenmiş olmanın yaşamışlıkla ilgisi yok. Ne diyoruz? Nicelik değil nitelik.  Kendim adına buna karar veremeyecek, hangisi içinde olduğumu bilemeyecek kadar hassas bir terazi ile değerlendiriyorum şahsımı. Böyle olunca da bana iyi gelecek saat diliminde de yanılgıya düşebiliyorum. Öncelik daima biziz, kendimizi ölçümleyemezsek, karşımızdakini doğru seçemeyiz. Doğru seçim? Doğru seçim nasıl oluyor? Bize göre mi doğru yoksa karşımıza göre mi doğru? Bana göre doğru olmayıp karşımdakine göre doğru olursa ne olacak? Ya da tam tersi. Sorular soru doğurmaya meyilli. Neyse, konu da bu değildi za...

"Kim bilir?"

 Bazı sorunlarla, bazı kişilerle, bazı durumlarla savaşırken aslında iki cephe de bendim hep. Kazandığımı zannederken yine ben kaybettim, kaybettim diye oturup kendimi hırpalarken de yine bir kazancım oldu aslında. Dürüst olmak gerekirse de sadece kendime karşı kaybettiğim için üzüldüm.  Hayatımı, var oluş nedenlerimi kimseyi mat etmek için heba etmeyeceğimin kararını vereli bir kaç yıl oldu. Yaşlandığımda geriye bakıp gönül rahatlığıyla gülümseyebilmek için bir kaç hayalim kaldı. Bu kadardı işte, hepsi buydu. Herkesin hayali "dünyanın en başarılı insanı", "dünyanın en ünlü insanı", "dünyanın en zengin insanı", "dünyanın en güzel kadını", "dünyanın en etkileyici erkeği" olmak zorunda değil. Önemli olan, tüm bu sıfatları kendi dünyanda toplamayı başarmak. "Küçük şeylerden mutlu olmak" edebiyatı yapmıyorum. Sadece "çok" olan şeylerin bir tatmin noktası olmadığını biliyorum. Her insan büyük bir misyon sahibi olacak...

"Saati durmamalı ufak sorumlulukların..."

 Bugünün doğrusu, yarının hatası olacak.  Öğrenmek hiç bitmiyor, denemek, yanılmak, inanmak, kazanıp kaybetmek, karar alıp unutmak, felaketler, sevinçler...   Bazen düşünüyorum, elimde olsaydı neleri değiştirirdim? Ama madem bugünün doğrusu yarının hatası olacak; o zaman nasıl gelişecek, nasıl değişecek insan? Belki biraz kafayı dünden, yarından kaldırmak gerek. Ne deniyordu? Hah! Akışta kalmak lazım. Ben bunu hiç beceremiyorum, aslında nasıl yapılır bilmiyorum ki. Yani düşünsene yaşıyorsun ve tutup sadece "şimdiki zamanda" kalıyorsun. Yok artık, mümkün değil! Dün ne yaşadığımı, ne hissettiğimi, beni nelerin kırdığını, beni nelerin "gerçekten" mutlu ettiğini her an hatırlamazsam; bugün ne yaparım? Bir de yarın var, değil mi? Dünü yarına referans göstermez isem; yarın nasıl mutlu olunacağını nereden bilebilirim? Yarın üzüldüğümde nasıl savaşırım? Sonra... yarın kaybedersem oyuna tekrar nasıl başlarım?  Yani demek istediğim, beni ben yapan kazanımlarımı ve kay...

Yetişemeyeceksin ama koş!

"Hayatın ne kadar hızlı akıp gittiğinden dem vurmama gerek var mı? Bence kesinlikle yok. Her nefesin bir saniye  insanoğlu; sen hala neden plan kurarsın?" Sanırım kocasam bile ömrümün nasıl da geçip gittiğini bilemeyeceğim. İnsanlar çok karmaşık canlılar, biliyoruz.  Umutlar, göz yaşları, kayıplar, kazançlar, egolar, doğrular, yalanlar, hayallerle besleniyor. Sadece gelecek hayalleri için nefes alan binlerce kişi gösterebilirim ki buna da "yaşama sevinci" deniyor değil mi? Aklım çok dağınık, fikirlerim havada uçuşuyor. Kalbim paramparça, hislerim göğüs kafesimde oradan oraya koşuyor. İnsan ne için yaşar? Göreceli bir soru, tamam! Zaman akıp gidiyor, yaş alıyoruz.  Yaş almak ruha en büyük hakaret bence ama ayak uydurmuş gibi yapmaktan başka çaremiz de yok.  Yetişemeyeceğiz ama koşuyoruz..

Kişisel gelişim kitapları üzerine..

Tıpkı şimdilerde yeni yeni akım haline gelen dizüstü edebiyatının ürünleri gibi; cicili bicili kapakları olan, arkadaki tanıtım yazısında esprili ve yavan bir dil kullanan, fiyatı hemen sağ altta kocaman, kalın rakamlarla gözümüze iliştirilen kitaplara güvenmem.  Söz gelimi; yapım aşamasında, yazarının zihninde “Anlatmak istediğimi nasıl gereksiz kelimelerle süsleyip, fazladan sayfa doldurabilirim?” sorusunun yattığı bariz olan bu tür kitapların okuyucuya iletmek istediği mesajı kendi üslubumla tarif edecek olursam, şöyle ki; Sevgiliniz mi terk etti?  - Yenisini bulursunuz! Kirayı mı ödeyemiyorsunuz? - Amaan satmışım anasını! Patronunuzla mı tartışıyorsunuz?  - İşinizi değiştirin!  gibi. Bu kafada yaşayan insanları gerçekten merak ediyorum. “Hayatı en kestirme yoldan nasıl atlatırım?” uyanıklığının sırrını çözdüğünü iddia eden güruh; bana bu kafaya nasıl eriştiklerini bilahare anlatırlarsa memnun olurum. Bu Amerika merkezli, aptal kitaplar; benim ü...